BAŞKANDAN 21/10/2011 00:00 KONGRE GÜNÜ

Değerli Meslektaşlarım,

 

Dünya ve insanlık on binlerce yıllık değişim ve dönüşümün en can alıcı bölümünü

herhalde son yüzyıla yaklaşan bir süreye sığdırdı.

 

•      Teknolojik gelişmeler

•      Stratejik buluşlar

•      İklim değişimleri

•      Çevre sorunları

•      İki büyük dünya savaşı

•      İç savaşlar

•      İnanılmaz nüfus artışları, buna paralel olarak artan sağlık sorunları,

•      Yeni hastalıklar

•      Siyasi coğrafya değişimlerinin bir bölümü tamamlanmış, bir bölümü de bunların sonuçları olarak sürüp gitmektedir.

 

Bunların yanında;

•      Dünya, yaşanan çağda insanlar arasındaki ekonomik farklılıkların giderek arttığına tanıklık etti.

•      Zengin ve yoksul arasındaki fark uçurumlara dönüştü.

•      Kuzey kutbu zenginleşirken, güney kutbu ona ayak uyduramadı.

•      Kuzeyin bir bölümü artan ihtiyaçlarını karşılamak için kaynak bulmak, yani kibarca “sömürmek” için başka ülkelerin başka coğrafyaların yer altı ve yer üstü zenginliklerine göz koydu.

 

Artık göğüslerinde haç taşıyan batılılar; dinleri, kralları ya da toprakları için savaşmıyorlardı. Bu yüzyılın savaşları petrol için, elmas için, altın için, enerji için ve diğer zenginlikler için yapılıyordu.

 

2. dünya savaşı bitiminde, Yalta’da yapılan anlaşma ile SSCB, ABD ve İngiltere hükümetleri,  Avrupa’yı ve dünyayı aralarında paylaştılar. Bu paylaşmadan Doğu ve Batı Blokları ortaya çıktı. Böylece dünya iki kutuplu bir siyasetin içine girdi ve “soğuk savaş” dönemi başladı.

 

ABD-İngiltere ve SSCB, dünyaya yaşattıkları soğuk savaşı bizlere, yani dünya halklarına “007 James Bond” gibi filmlerle yakışıklı, güzel ve sevimli kahramanlar yaratarak gösterdiler.

 

1989’da Berlin duvarı yıkıldı. Tüm dünyanın ilgi ve merakla izlediği yıkımın ardından iki kutuplu dünya düzeni bitti, dünya tek kutuplu bir şekle dönüştü.

 

Tek kutuplu dünya düzenine “yeni dünya düzeni” ya da “küreselleşme” adı verildi. Yeni bir umut gibi sunulan küreselleşme ya da yeni dünya düzeni, aslında bir sömürü düzeninden başka bir şey değildi.  

 

Küreselleşmeyle beraber kurallar, gelenekler, yasalar değişti. Para ve sermaye her yere, ama her yere girmeye başladı. Dünya ekonomisi de bir-iki devletin kontrolü altına girdi.  

 

Yeni dünya düzenine geçişle birlikte uluslararası ve uluslarüstü sermaye sahipleri şirketleriyle, bankalarıyla, kurumlarıyla ülkemize girmeye başladı. Ulusal sanayimiz ve kurumlarımız uluslararası sermayeye özelleştirme adıyla devredildi. Yerli üreticiler ise ülkede oluşan koşullara ayak uyduramayıp, yabancı sermayeye kucak açtılar.

 

İlaç sektöründe de durum farklı değildi. Ulusal ilaç sanayi bu dev çarkın dişlilerine kapıldı ve yabancılaştı. İlaç sektörünü elinde tutan devler küçük firmalar yutarak daha da büyüdüler.

 

 

BUGÜN DÜNYANIN DURUMU

 

•      Bu gün dünya nüfusunun yarısı yani yaklaşık 3 milyar insan günde sadece 2 dolara çalışıyor.

•      1,2 milyar insan ise günde 1 dolar gibi bir paraya çalışıyor.

 

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 2001 Raporu oldukça dikkat çekici ve sarsıcı olgulara yer vermekte:

•      Dünya nüfusunun ¼’ü ruhsal olarak rahatsız.

•      450 milyon insan ruhsal açıdan sıkıntı içinde yaşıyor.

•      Depresif bozukluklar 15-44 yaş diliminde dünyada 4. önemli hastalık nedeni.

•      Dünya genelinde her yıl 1 milyon insan intihar ediyor.

•      Sürekli stres altında yaşama, tehlikeli koşullar, istismar, sağlıksız ortamlar ve
GELECEK ÜMİDİNİN YİTİRİLMESİ gibi nedenler,  yoksulların daha çok ruhsal sorunlarla karşılaşmasına neden olmakta.

•      Bu yüzyılda ekonomik koşulların kötüleşmesine paralel olarak artan tütün kullanımına bağlı hastalıklar nedeniyle yaklaşık 1 milyar kişi ölecek.

 

 

Dünya Bankası (DB) 2003 Raporu sorunun derinliğini, adeta suret-i haktan geçinerek sergiliyor:

 

•      Bugün dünyadaki en varsıl 3 kişinin servetleri, en yoksul 48 ülkede yaşayan 600 milyon insanın toplam ulusal gelirlerinin üstündedir.

3     kişi > 48 ülke!

 

•      Mutlak yoksulluk içinde yaşayanların, yani günlük geliri 1 $’ın altında olanların sayısı 1,2 milyara ulaşmıştır. Bu rakam, Dünya nüfusunun 1/5’i, yani %20’sidir.

 

    En varsıl 20 ülkedeki ortalama gelir, en yoksul 20 ülkedeki ortalama gelirin 37 katıdır.

 

    En varsıl % 20 ile en yoksul % 10 arasındaki fark;

1960’ta 1/30 iken;

1997’de 1/74,

2000’de 1/79,          olmuştur.

 

BM Kalkınma Programı (UNDP), sorunun dramatik-trajik boyutlarını şu şekilde rakamlandırmaktadır:

 

•      358 adet dolar milyarderinin servetlerinin toplamı, yeryüzü nüfusunun en yoksul % 45’inin yıllık gelirleri toplamına eşit.

            358 kişi = Dünya nüfusunun %45’i

 

•      Dünyanın en varlıklı 200 elitinin (seçkinin) serveti, iki milyar yoksul insanın gelirleri toplamından daha fazladır.

            200 kişi > 2 Milyar insanın toplam geliri

 

İşte küreselleşme dedikleri şey budur.

 

Bir sosyolog durumu şu şekilde özetliyor:  

 

“Refah, zenginlik, sağlık küreselleşmiyor…

Küreselleşen şeyler:

•      Yoksulluk,

•      Markalar,

•      Devasa şirketler,

•      Kural koyan uluslar arası hukuk ve ekonomi örgütleri,”

 

 

Bu yeni durum biz eczacıları hem bir birey, hem de bir küçük işletme sahibi olarak derinden etkilemeye başladı.

 

Küreselleşmenin etkileriyle paralel olarak Eczacılık alanında ve mesleğimizin yapılış biçiminde ciddi değişimler olmaya başladı.  

 

Bugünkü koşullara baktığımızda; küreselleşmenin getirdiği kurallara göre çalışıp, hem de daha çok çalışıp, daha çok yorularak daha azla yetinmek zorunda olduğumuzu görüyoruz.

 

Son yirmi yılda yaşananlara göz attığımızda “eczanelerimizi koruyabilecek miyiz?” endişesinin bizleri kapladığını görüyoruz.

 

Konuyu ilaç sektörü açısından irdelediğimizde ülkemizdeki durum aşağıdaki tablo ve grafiklerde rahatlıkla görülebilir:
 

SON 5 YILDA TÜRKİYE İLAÇ PAZARI…

2005-2008 arasında paralel artış gösteren kutu ve TL bazındaki durum, 2009 yılında değişmiştir. 2009-2010 yıllarında ilacın TL değeri sabit kalmış, ancak kullanılan kutu adedi artmaya devam etmiştir. Bu durum izlenen ilaç politikasının ve global bütçenin bir sonucudur.




Reçete Analizi…

Bu grafikte 2007-2010 arası ilaç kutu satışları, fatura tutarları ve reçete başına ödenen miktar görülmektedir. 2011 yılında ise reçete başına ödenecek rakamın 43,50 TL’ye düşmesi öngörülmektedir.

TÜRKİYE İTHAL VE YERLİ İLAÇ PAZARI 2010

2010 yılında kutu adedi olarak toplam ilacın % 23,3’ü oranında olan ithal ilacın TL oranı % 51,7’dir. 2010 yılında % 76,3 oranında satılmış olan yerli ilacın pazardan aldığı pay ise %48,3 oranındadır.

 

TİCARİ İSKONTO DURUMU

• Türkiye ilaç pazarında ilaç sayıları;
      –Ürün sayısı 4.300 (Satışı olmayanlar ayıklanmıştır)
      –Ürün form bazında 7.574’tür.
• Reçeteye tabi ilaçlar açısından ise; durum aşağıdaki tabloda yer almaktadır.
• Bu tabloya göre sattığımız ilacın %45,95’inde ticari iskonto yoktur. Eczacının yaşadığı sıkıntıların en önemli nedenlerinden birisi de budur.


İLK 100 VE 250 İLACIN DURUMU

 

2010 yılı Türkiye ilaç pazarı 13.914.060.705 TL*’ dir. * (KDV’ siz ISF üzerinden)
• TL bazında ilk 100 ilacın toplam cirodan aldığı pay: %26
• TL bazında ilk 250 ilacın toplam cirodan aldığı pay: %44

 

Kişi Başına İlaç Harcamaları ($)


Yıllara Göre Türkiye Nüfusu

Türkiye nüfusunun artmasına rağmen ilaca ödenen paranın sabit kalması nedeniyle kişi başına düşen ilaç harcaması da düşük olmaktadır.

 

SGK’nın Yıllara Göre Toplam Sağlık Harcaması ve Dağılımı

2009’a kadar paralel artış gösteren ilaç ve tedavi giderlerinin durumu grafikte görülmektedir. 2009 yılından sonra ilaç harcaması sabit kalmış, buna karşın tedavi giderleri artmaya devam etmiştir.

Dünyada ve Türkiye’de sağlıkta bunlar olurken, biz eczacıları da çok ciddi sorunlar beklemektedir.
• Global bütçe uygulaması ileriki yıllarda ödeme sorunlarını da beraberinde getirecektir.

• İTS, Türkiye’de sahte ilacı önlemek amacı ile uygulamaya konulmuştu. Ancak zaman gösterdi ki, İTS’nin amacının, sektörü tam anlamıyla kontrol altına almaktan başka hiçbir amaç taşımadığı ortaya çıkmıştır.

• Kamu Hastane Birlikleri Yasası ile devlet hastaneleri halka hizmet veren kurumlar olmaktan çıkarılıp, birer kârhaneye dönüştürülecektir. Yerel yönetimlerin de içinde olduğu bir kurul tarafından yönetilecek olan devletin sağlık kurumları ve hastaneler özel işletmeler haline getirilecektir.
• İlaç ve tıbbı cihaz kurumu kurulmak istenmektedir. ABD’deki FDA eşdeğerinde işlev yapacağı söylenen bu kurum aslında ilaç ve tıbbi cihazları da tek elde toplamayı amaçlamaktadır
.
• Türkiye’de şimdilik 22 tane kurulacağı söylenen hastane kampüsleri şehirden uzakta, ulaşımın kolay olmadığı yerlerde kurulacaktır. Bugünkü hastane ve sağlık kuruluşlarındaki dağılımın değişmesi eczaneler açısından da sıkıntı yaratacaktır. • Meslek hakkı neye göre ve nasıl alınacaktır? Meslek hakkı derken mesleğimizin elimizden gitmesi olasılığını da gözden çıkarmamalıyız.

• 6197 sayılı yasamız kanayan bir yara gibi durmaktadır. Siyasi otorite, yasayı kendi istediği biçimde çıkartarak, bazı kuruluşların önünü açmak istemektedir. O nedenle Eczacı örgütü uyanık olmalı ve 6197 ile ilgili gelişmeleri kuşku ve dikkatle izlemeli, bu değişim sürecinde ağırlığını koyarak gücünü eczacı yararına kullanmalıdır.

• 2012 yılı Şubat ayında süresi dolacak olan kurum sözleşmeleriyle ilgili net bir durum söz konusu değildir. Bu süreçte örgüt birlikte duruşunu sürdürmelidir.

• Sözleşmelerde yer alan cezai hükümler tam bir insafsızlık örneğidir. SGK’nın eczacıya bakışı mutlaka değişmelidir. Cezai hükümler daha insaflı olmak durumundadır.

• Sözleşmenin 3.7 maddesi, hem devleti, hem etik çalışan eczacıyı koruyan bir maddedir. Bu nedenle yeni sözleşmede özellikle bu konuya dikkat etmek ve sözleşmede yer almasını sağlamak gerekmektedir.

• İlaçta ithal-yerli oranı ne yazık ki artmaktadır. Yerli ilaç sanayisini yok eden bu uygulamaya kısıtlamalar getirilmelidir.

• İlaç dışı ürünler mutlaka denetim altına alınmalıdır. Gazetelerde, radyolarda ve televizyonlarda “bilgilendirme” adı altında yapılan reklamın olumsuz etkilerini yaşadık geçmiş günlerde. Bu nedenle ilaç dışı ürünler konusunda kendimizi iyi eğitip donanımlı hale getirmemiz kaçınılmaz olmuştur. Eczacı, kendi alanını ilgilendiren bu alana sahip çıkmak zorundadır.

• Her zaman söylediğimiz bir tümceyi yinelemek gerekiyor. Kooperatifler eczacılığın can damarı ve yaşam sigortasıdır.Kooperatifler, giderek artan ekonomik sıkıntılarımızın azaltılmasında en büyük desteğimiz ve gücümüz olacaktır.

• Sağlık Bakanı Türkiye’de eczacı sayısının az olduğunu söyleyerek yeni eczacılık fakülteleri açılmasına yol açmaktadır. Siyasi nedenlerle sayıları neredeyse 20 olan fakülteleri bitiren eczacının önünde tek seçenek eczane açmak olmaktan çıkarılamamıştır. Oysa devler doğru bir sağlık politikasıyla eczacılar için istihdam alanlarını açmak zorundadır. Eğer bu yapılmazsa alanımızda sıkıntılar giderek daha da artacak ve etik bozulmalar hız kazanacaktır.

• Muvazza eczacılığın kanayan ve gangrene dönüştürülmek istenen yarasıdır. Bu yıl mahkeme kararıyla açılmış olanlar hariç, bölgemizde muvazaalı eczane açılmamıştır.

 

BİZ

• Birlik ve beraberlik içindeyiz.
• Böylesine ciddi sorunları olan, ama sorunların farkında olan bir yapıyız.
• Güçlüyüz.
• Diğer meslek odalarından farklı olarak dinamik bir yapımız var.
• Dayanışma içindeyiz.
Ama eczacılığın geleceği için bu özelliklerimizi sürdürülebilir bir hale taşımalıyız

2 şey bizi güçlü, dinamik ve dayanışmacı yapımızdan uzaklaştırır:
• Etik bozulma,
• Ayrıksı duruşlar…

Her iki durumdan da uzak duracağız.
Bu mesleğin gelirinde veya tamamında gözü olanlara karşı, yani bir anlamda düşmanlarımıza karşı bir ve beraber olacağız, buna mecburuz... Ekmeğimizde gözü olanları ayrışarak sevindirmeyeceğiz.

Seni düşünmek güzel şey,
ümitli şey,
dünyanın en güzel sesinden,
en güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey...
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil,
şarkı söylemek istiyorum..         (Nazım Hikmet Ran)

Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar     (Necip Fazıl Kısakürek)

belki şehre bir film gelir
Bir güzel orman olur yazılarda
İklim değişir
Akdeniz olur
Gülümse…     (Kemal Burkay)

Gün olur, alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların
kokusunda Şu ada senin, bu ada benim,
Yelkovan kuşlarının peşi sıra.        (Orhan Veli Kanık)

Ülkemizin farklı bölgelerinden, farklı görüşlere ve kültüre sahip şairlerinin dizeleri bunlar.
Nazım Hikmet Selanikli,
Necip Fazıl Kahramanmaraşlı,
Kemal Burkay Diyarbakırlı,
Orhan Veli İstanbulludur.

Şiirlerine baktığımızda sevgiyi görürüz, güzel duyguları yaşatırlar bizlere.
Bizler de kültürümüzün ana kaynağı olan farklılıklarımızı “ayrışmaya” dönüşmeden korumalıyız. Bu farklılıkları birer zenginlik olarak algılamalı ve “BİRLİKTE ve BÜTÜN” olarak çocuklarımıza güzel bir gelecek bırakmalıyız.

Hepinizi bu güzel duygularla, sevgi ve saygıyla selamlıyorum..

Eczacı M. İrfan DEMİRCİ

Duyuru Okunma Sayısı : 3336
NÖBETÇİ ECZANELER ECZACI REHBERİ İLAÇ BİLGİ SORGULAMA ZORUNLU İLAÇ LİSTESİ İLETİŞİM BİLGİLERİ
Copyright 2011 - 2016 ©
Bu site, en iyi Google Chrome tarayıcısı ile görüntülenmektedir.
Eflatunweb İnternet Hizmetleri - Web/Ios/Android